Miks Hakkında – Charles Dye

admin Artline Blog, Genel

Charles Dye kimdir?

Latin Grammy ödülü sahibi Amerikalı ses mühendisi, miksajcı ve prodüktör Charles Dye mühendislik kariyerine 1992’de başladı. O günden bu yana Ricky Martin, Sammy Hagar, Julio Iglesias ve Bon Jovi gibi sanatçıların hitlerini mikslemekle kalmadı, ayrıca Aerosmith, Hanson, Jennifer Lopez, Shakira ve Gloria Estefan başta olmak üzere birçok sanatçının da kayıtlarını yaptı.
Son birkaç yıldır Charles, Pro Tools’da miksaj konusunda bir bakıma öncü oldu.
Ricky Martin’in “Livin’ La Vida Loca” bir numarasına yaptığı miksaj Mix dergisinin yazarlarından Dan Daley’in şu yorumuna kaynak oldu: “Teknolojide bir kilometretaşı: Tamamı ile bilgisayar hard disk sisteminde üretilen ilk listebaşı kayıt. ‘Livin’ La Vida Loca’ sadece mainstream po müziğin akışını değiştirmenin yanı sıra, bundan böyle kayıtların yapılış şeklinde de bir dönüm noktası olabilir.” Charles’ın Pro Tools’a verdiği önem ve adanmışlık kendisini yine Ricky Martin’in albümünden başta “Shake Your Bon Bon” ve “Private Emotion” olmak üzere beş diğer parça ile iki Grammy ve Latin Grammy adaylığında gösterdi.
2001 yılında Charles, yine Pro Tools ile yaptığı Thalia’nın “Arrasando” albümü ile En İyi Kaydedilmiş Albüm dalında Latin Grammy ödülüne layık görüldü.

Kitlelere Miksaj?

Şu son iki yıl içerisinde birlikte çalıştığım müzisyenler ve sanatçılar içerisinde hayatında hiç teybe kayıt yapmamış olanların, hatta onu bırakın, teyp diye bir cihazın tarihte var olduğundan dahi bihaber olanların sayısı, şaka yapmıyorum, beni hayretlere düşürüyor. Hiç şüphesiz şu günlerde ilk Pro Tools gençliğinin arasında çalışıyoruz. (Bayanlar Baylar, teyp artık binamızı terketmiştir.) Şaka şaka… Yok ama gerçekten, tarihinin hiçbir döneminde profesyonel ses kayıt endüstrisi, plak yapımında bu derece ani ve radikal bir değişimle karşılaşmamıştı. Aynı şekilde yine hiçbir kayıt teknolojisi daha önce müzisyenler tarafından bu derece büyük bir ilgiyle kabul görmemişti. Bu teknoloji onları o derece rahatlattı ki, müzisyenler kendi kayıtlarını kendileri yapmaya başladılar. Ekranda sunduğu ölçü | vuruş bazında edisyon imkanı ve kolay algılanabilen dalga şekilleri sayesinde PT (Pro Tools), müzisyenleri kendi müzikleri ile daha fazla içiçe olmaya itti. Artık öyle durumlarla karşılaşıyorum ki beraber çalıştığım müzisyenler fareyi takip topunu elimden kapıp kendi çaldıklarını kendileri editlemeye başlıyorlar, ve bu çekicilik birçoğunu kendi sistemlerini kurmaya dahi sürükledi. Nasıl davul makineleri çıktığında klavyeciler bir anda klavye tuşlarında davulculuğa başladı ise, sequencer’lar çıktığında bütün gitarcılar klavye çalabilir oldu ise, Pro Tools da çıkışı ile herkesin müzik prodüktörü olmasına yol açan en son teknolojik dengeleyici oluverdi.

Bu, endüstrimizde bir başka değişime yol açtı. Mühendislik artık ortak çalışma gerektiren bir işlem halini almakta. Kayıt mühendisliği eskiden olduğu gibi sadece merkezde bir kayıt mühendisinin elinde değil, artık birçoğu zaten projede yer almakta olan müzisyenlerden oluşan bir bireyler şebekesinin ellerinde. Kayıt sürecindeki bu demokratikleşme bireylerin eline öyle dolu bir takım çantası verdi ki bireyler bu alet edevatın hakkını verebilmenin yollarını öğrenmeye çabalar oldular. Tabii ki bu profesyonellerin kayıt yapımına olan yaklaşımını da değiştirdi. Mühendisler ve miksajcılar bazı plug-in’lerin verdiği eşsiz sesleri keşfettikçe sesler daha miksere ulaşmadan üzerinde yapılan ince ayarların sayısı gittikçe artıyor. Hatta bazı asiler miksajda hiç mikser kullanmamak gibi maceralara dahi atılıyorlar.
Sözün özü, bu yazıyı yazarken bu kullanıcıların tamamını dikkate alıyorum – sanatçılar, müzisyenler, mühendisler, miksajcılar ve prodüktörler. PT kullanımı üzerine öğrendiğim ve sistem üzerinde geçirdiğim zamandaki üretkenliğimin artmasına sebep olan bazı şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Bu butonların hepsinin ne işe yaradığını gerçekten biliyor musun?”

Ses mühendisliğinin etrafını sarmış gibi görünen bu ilâhi bilgi gizemine oldum olası inanmamışımdır. Her nedense bu bilim olduğundan daha ürkütücü görünür. Her ne kadar ilk bakışta hiç de öyle görünmese de, stüdyoda büyük sound’lar yakalamak aslında çok kolay olabilir. Evet, akılda tutulması gereken çok bilgi vardır, ama karmaşık? Hiç de değil. Basit olarak ifade etmek gerekirse olay üst üste eklenen fikirlerden oluşur, ve bu fikirlerin hepsi biraraya getirildiğinde işte size büyük sonuçlar getirecek bilgiyi sunar.

Yalnız burada insanları yanlış bir beklentiye sokup ses mühendisliğinin kolay olduğunu sanmalarını da istemiyorum. Esas niyetim bu sürecin üzerine çökmüş gibi görünen esrarengiz sisi dağıtmak. Kayıt sürecine yeni olanlarınız için söylüyorum, eğer size bir mesaj ulaştırabilirsem o da şudur ki, ister kendi kayıtlarınızı iyileştirmek için olsun, ister daha iyi bir ses mühendisi olabilmek için, eğer ses mühendisliği hakkında bildiğinizden daha ileriye gitmek istiyorsanız bu yetenek sizin kendi içinizdedir. İstedikten sonra yıkılmayacak bariyer yoktur. Eğer dinlemeyi öğrenebilirseniz ve zihninizde duyduğunuz sese güvenebilirseniz, ve onun ile hoparlörden gelen ses arasındaki bağlantıyı kurmayı öğrenecek sabrınız varsa aradığınız sonuçları elde edersiniz.

Miksaj denen gizemi çözmek

charles dyeGerçekten, Ses Mühendisliğinin neredeyse kara büyü derecesinde gizemle kaplı olan bir bölümü varsa o da miksajdır. Genç bir kayıt mühendisi iken miksaj üzerine bulduğum her kitabı yalayıp yutmuş, günler geceler boyunca magazin sayfalarında o meşhur miksajcıların röportajlarını tarayıp albüm gibi tınlayan miksleri nasıl yaptıklarını öğrenmeye çalışmıştım. Onca yığını okuduktan sonra farkına vardım ki, bana aradığım mucizeyi verecek kitap veya röportaj diye birşey gerçekte yoktu.

Bu arada birçok miksaj yaptım. O dönemde kayıt mühendisliğini yaptığım sanatçılar çok yetenekli olduklarından müziklerinin kalitesi hiçbir zaman sorun değildi. Ama kayıtlarını ben yaptığım halde, o miksajcılar dokunduğunda bir anda listeleri alt üst eden hitlere dönüşen seslerin fader’larını ben ittiğimde netice hiç de öyle olmuyordu. Denklemin hep gerisinde kalmanın bendeki etkileri kendimden şüphe etmek olarak çıkmaya başladı. Miksajın benim asla edinemeyeceğim ırsi bir yetenek olduğunu düşünmeye başladım. Belki de bazı insanlar bu esrarengiz yetenekle doğuyorlardı, ve benim gibi olan diğerleriyse -yani- şanslarına küsmek durumundalardı.

Ama bunu başarmayı kafaya koymuştum. Hayallerimden vazgeçecek değildim. Ve bir gün, bulmacanın son parçası yerine düştü ve “tık” – oluverdi.

Hatta zihnimde dönüm noktası olan o miksajı hala hatırlıyorum, dinlediğimde “albüm kalitesinde” olduğunu gördüğüm miksajım. Yok yok, sadece iyi demiyorum, o miksaj daha önce yaptığım herşeyin bir boy üzerinde idi. Olay buydu işte. Albüm denilen şey işte böyle tınlıyordu.

Onun hoparlörlerden bana geri gelişini duymak çok garip bir duygu idi, zira daha bir gün önce “ben galiba bu işi beceremeyeceğim” diye bırakmak üzereydim. O miksajın özelliği neydi? Neden daha önce yapamamıştım? Gökyüzü mü yarılıp bu mucizevi yetenek bir anda bana indirilivermişti, yoksa bu yetenek hep bendeydi de keşfedilmeyi mi bekliyordu? Daha da önemlisi, yarın bu masaya oturduğumda aynısını tekrarlayabilecek miydim?

Beni bu noktaya getiren hususları incelemeye başladım. Eğer aynı sonucu tekrar almak istiyorduysam, onu neyin mümkün kıldığını da anlamalıydım. İlk aklımdan geçen şu oldu: Eğer miksaj yapabilmek benim bu kadar yoğun ve ısrarlı çalışmamı ve kendimi ona adamamı gerektirdiyse, bu miksaj denen şey babadan oğula geçen bir özellik değildi. O açıdan bakıp o miksajımı daha önceki denemelerimle karşılaştırmaya giriştim ve onları birbirlerinden ayıran noktaların neler olduğunu birer birer duymaya başladım. Bu miksajda olup da öncekilerde olmayan öyle açık ve özel şeyler vardı ki. Nereden gelmişlerdi ve onları nasıl edinmiştim? Geri doğru adım adım ilerlediğimde her birini tek tek tanımlayıp nezaman, nerede ve nasıl öğrendiğimi görebiliyordum.

Yavaş yavaş parçalar biraraya geldiğinde ortaya çıktı ki miksaj tek bir yetenek değil, muhtelif bireysel tekniklerin bir araya getirilmesinden oluşan bir bileşenler kümesidir. Tek başlarına büyük bir miks yapmaya yeterli olmayan ama bir araya getirildiklerinde dev gibi dinamik güçlü miksler yaratan teknikler. Miksajın içine can üfleyen, duygu veren, sanatçıyı bir yıldız gibi tınlatan teknikler…
Miksaj sadece bir teknik mi, yoksa ondan biraz öte birşey mi?

Dediğim gibi, iyi mikslerin içinde görebildiğim birçok bileşen var. Tabii bunların yanında gözle görülemeyen elle tutulamayan bir bileşen de var, ama bu onu ifade edemeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bu bileşen her miksajcının partiye gelirken getirdiği tercüme yeteneğidir. Perspektifleri, müzikal zevkleri ve kendilerinden kattıkları tad. Sonuçta miksaj bir tercüme sanatıdır. Her tercümanın cümle kuruşu ayrıdır.

Ben bir şarkıyı mikslerken onu tercüme edişimin dayanağı, mikslenmemiş ham kanalları dinlerken zihnimde o şarkının oluşturduğu imajdadır. Bu sesler müziğe karşı olan duygularımın duygusal tepkiye bağlıdır – beni ben yapan kişiliğimin yönetimi altında bulunan tepki. Ama her ne kadar beni mikslerimi öyle tercüme etmeye iten kendi kişiliğim olsa da, o uzun süredir zihnimde duyduğum sesi gerçeğe dönüştürebilme gücünü bana veren şey sesi duyduğum haliyle gerçeğe dönüştürmek için ihtiyacım olan tekniklerin hepsine en sonunda sahip olmayı başarmış olmamdı. İşte orada kabuğu yırtmıştım.

Yani şimdi miksaj doğuştan gelen bir yetenek mi? Mantığıma göre: “Hayır”.
Yetenek iki yerden gelir. İçinden – müziği duyuşundan ve hissedişinden. Ve öğrenilen yeteneklerden – yani duyduğunu gerçeğe dönüştürmene yardımcı olacak alet edevattan. Dolayısı ile zihnindeki seslere odaklan. Bir tanesini seç. O sesi yaratmayı öğren. Sonra bir sonrakine geç. Listeyi sonuna kadar tara, ta ki hoparlörden gelenler zihin kulağının duyduğunu tutana kadar. Ve sakın ha yarı yolda vazgeçme.

Şimdi bütün bunlar ne demek oluyor?

Biliyorum birçoğunuz Pro tools’da miks yapmayı denediniz, gerek kaba miksler olsun, gerekse son miksler, tamamıyle PT’da miksler veya PT/mikser karma miksler. Gelecek bölümlerde işte biz de bunu deşeceğiz: Pro Tools’la Miksaj. Sizlerle paylaşmak istediğim birçok teknik var, bunlar zihnimdeki sesleri gerçeğe dönüştürmemi sağladı, ve umarım sizlerin de daha iyi miksler yapmanıza yardımcı olacak.

Tabii ki bir Pro Tools sistemi veya benzeri bir başka cihazınızın olması sizin süper sonuçlar alacağınızı garanti etmez. Günlüğü 2 bin dolara bir stüdyo da kiralayabilirsiniz ama o stüdyodan alacağınız netice o sistemi kontrol eden şahsın bilgi, beceri ve vizyonuna bağlı olacaktır. Bu denklemde değişen şudur ki, kendi PT sisteminizde kafanızdaki sesi duyana kadar dilediğiniz kadar zaman harcayabilirsiniz, dolayısı ile kendinizi eğitmenin faturası günde 2 bin dolar olmayacaktır.

Gelecek bölümlerde ses mühendisliğinin bazı temel prensipleri, Pro Tools ve Miksaj gibi konulara gireceğiz, miksajın bileşenlerinden bazı enstruman sesleri ve onlar için tavsiye edebileceğimiz bazı plug-in’ler ve ayarlar, sonra otomasyondan konuşacağız ve bir şarkının duygu ve enerjisini nasıl destekleriz gibi konuların üzerinden geçeceğiz.
BÜYÜK Davullar ve Baslar

Size karşılaşacaklarınızla ilgili bir fikir vermesi için en sevdiğim davul ve bas efekt plug-in’lerinden bazılarını göstermek istiyorum. Bu bölüm için hazırladığım aşağıdaki linkten indirebileceğiniz bu üç kanallı basit PT session’ında bir ya da iki ölçü Kik Davul, Trampet (Snare) ve Bas gitar loop’u var. Her bir kanalda insert edilmiş ve benim en sevdiğim ayarlara getirilmiş plug-inler mevcut. Bu davul ve bas kanal düzeneği bu plug-in kombinasyonunu neden sevdiğimin iyi bir örneğidir. Kanallar doğrudan Pro Tools’a kaydedildi ancak kayıt esnasında hiçbir doyum (saturation) ve punch (vurgu) ekleyici lambalı ekipman kullanılmadı. Dolayısı ile her ne kadar iyi kayıt edilmiş olsalar da biraz karakterden ve dikkat çekicilikten yoksun sesler. Benim zevkime göre fazla temiz ve steril.

Amacımız sesleri biraz şişirip et vermek ve bir klasik analog sinyal zincirinden geçmeleri halinde alacakları o vurgulu karaakteri onlara vermek. Yaklaşımım tamamı ile bir analog kanal kayıt sürecini taklit etmek: Lambalı veya transistörlü mikrofon pre > Kompresör > EQ > Teyp.

Bunu yapmak için şu plug-in’leri kullanıyorum:

Lambalı mik pre : DUY DaD Valve

Transistörlü (solid state) Mik Pre : McDSP Analog Channel AC1

Kompresör : Waves Ren Comp, McDSP CompressorBank

EQ: Waves Ren EQ, McDSP FilterBank

Teyp: DUY DaD Tape, McDSP Analog Channel AC2

Normalde “doink… doink…doink…” diye teneke gibi giden bir trampet bu zincirden geçtiğinde “TAAK!!… TAAK!!… TAAK!!…” haline gelir, bu zincir trampete o gerçek lambalı-konsol-teyp kranç hissini verir. Önümüzdeki bölümlerde bu plug-in’lerin kullanımına derinlemesine gireceğiz, ancak şimdilik şunu deneyin:

Kanallardan birini soloya alın, plug-in’lerini bypass edin ve FX send’lerini mute ile susturun. Daha sonra plug-in’leri kanalın en üstünden başlayıp birer birer devreye sokun ve değişimleri gözlemleyin. Aynı şeyi FX send’ler ile yapın.

Bunu her üç kanalda da sırayla deneyin, ayarlarla birer birer oynayın ve birbirlerine nasıl etki ettiklerini gözlemleyin. Bütün orijinal ayarlar preset olarak kaydedilmiştir, dolayısı ile değişiklik yapsanız dahi istediğiniz zaman ilk haline geri dönebilirsiniz. Umarım bu sizin daha şişkin sesler elde etmenize yardımcı olacaktır.

Bütün Mesele Teknik Beceri Değil

Bir miksajcının kayıt miksleyebilmesinin temelinde büyük tınılar elde edebilme becerisi yatar. Ben de bu bölümde PT ve PT miksajına geçmeden önce bazı kayıt prensiplerine ve stüdyoda iyi bir tını elde etme yollarına gireceğim. Başka bir deyişle, ilerlemeye geriye doğru bir adımla başlayacağım.

Geçen bölümde iyi tınlayan kanalların aslında nasıl basit fikirlerin üst üste gelmesi ile oluştuğunu, bu küçük fikirlerin bir araya geldiklerinde nasıl etkileyici sonuçlar verebildiğine değinmiştik. Şimdi size bu basit fikirlerden onaltı tanesini sıralayacağım – bunlar benim şahsi kayıt felsefem. Doğaları açısından öyle aşırı teknik şeyler değiller, ama zaten amaç da o. Bunlar üzerine teknik beceriler bilahere eklenebilen temellerdir; her ne kadar ben bunların farkına varalı yıllar olduysa da, kayıt esnasında başım ne zaman sıkışsa bir bakarım ki yine bu listeme başvurmuşum. Şimdi bu prensiplerden diğer hepsinin temelini oluşturan ilk iki tanesi ile başlayalım.

Kendinize güvenin

Tını yakalarken duyduğunuz sesin doğru olup olmadığına karar vermeniz gerektiğinde kendinize güvenin, sadece kulaklarınıza değil. Çünkü o ikincisi “yılların mühendislik tecrübesi”ni gerektirir. “Evet, bu!” derken içgüdünüze güvenin. Eğer doğru olduğunu hissediyorsanız, kulağınıza doğru geliyorsa, ama “mühendislik standartları”na göre iyi olup olmadığını kestiremiyorsanız… ORADA DURUN. Kanımca acemilerin çoğunun yaptığı hata, ellerindeki sesi daha iyileştirmek için üzerinde daha fazla vakit geçirmeleri gerektiğini sanmaları ve netice olarak EQ’ya ve kompresyona boğulmuş seslerden başka bir yere gidememeleridir. Bir insanı iyi mühendis yapan şey ne zaman nerede durması gerektiğini bilmektir. Eğer bütün yaptığınız mikrofonları öylesine koymaktan ibaret olduğu halde hoparlörlerden çıkan ses kulağınıza süper geliyorsa hiç durmayın, kaydedin. Daha fazla kurcalamayın. Aksi halde kurcalaya kurcalaya aslında aradığınız sesi geçip gidersiniz ama farkına dahi varmazsınız.

Kafayı fazla takıp zihninizde işlem sürecini olduğundan daha karmaşık hale getirmeyin

Temel olarak kaydettiğiniz sese kimliğini veren beş bileşen vardır: Ses kaynağı, mikrofon (veya sesi elektriğe çeviren aygıt), kompresyon, EQ ve hoparlörler. Bu işi yapmaya başlayalı çok olmayanlarınızın aklından hep bu işin doğrusu nasıl yapılır bilmeme endişesi geçer. Ama şunu bilin ki, -her ikisine de saygım sonsuz- Trent Reznor ile Elliot Scheiner arasında bir milyon seçenek var ve sizinki de onlardan biri. Yaaa? Aynen öyle, “Doğru Yol” diye birşey yok, sizi neticeye hangisi götürürse o var. O yüzden bu işin gerçekte olduğundan daha zor olduğu düşüncesine kapılıp daha baştan yenilgiyi kabullenmeyin.

Hadi şimdi bu beş bileşeni sırayla inceleyelim.

1.Bileşenlerin En Önemlisi – Ses Kaynağı

Sesi kaynağında elde edebildiğiniz en iyi şekilde yakalayın!
İşe en çok aşina ve hakim olduğunuz bileşenle başlayın – ses kaynağı. Stüdyonuzda otururken sürekli olarak yaptığınız şeyi daha önce duyduğunuz bir kayıtla karşılaştırmaktasınız. Eh, o sesleri tutturabilmek için de şansınızı sonuna kadar denemek durumundasınız. Tellerinizi yenileyin, davul derilerini değiştirin, sesi en iyi gitarı, sesi en iyi bası, sesi en iyi klavyeyi ve bulabildiğiniz en iyi davul kitini edinin. Eğer mikrofonsuz çıkan doğal sesi beğenmiyorsanız kayıttan sonra onu beğendiğiniz bir hale getirmek için çoook uğraşırsınız.
2.Bulabildiğiniz en iyi müzisyenlerle çalışın

Yine aynen, en iyiyle başlayın. Bulabildiğiniz en iyi müzisyenler, en iyi aranjörler, en iyi programcılar. Bütün fark oradadır. Bir keresinde çok yetenekli bir ses mühendisine o inanılmaz bas tınısını nasıl yakaladığını sormuştum, aldığım cevap “ben birşey yapmadım ki? Will Lee öyle çaldı” olmuştu. Çok muhteşem olduğunu düşündüğünüz bir tomtom veya gitar bas sesinin ardında aslında davulcunun o davula vuruşu, gitarcının tuşesindeki yetenek, basçının sihirli parmakları yatar. Özetle, sonik sınırlarınız beraber çalıştığınız müzisyenlerin performansı ile çevrilidir. Kayıtlarınızda şansınızın en büyüğünü deneyin, zira ne kadar EQ veya kompresyon kullanırsanız kullanın, hiçbiri kötü çalınmış bir enstrumanı iyi tınlatmayacaktır.
3.Şarkıcının tekniğinin mükemmel olması onu iyi bir solist yapmaz

Şarkıyı inandığınız birisine söyletin. Bunu ne kadar tekrarlasam azdır. Bütün kayıdınızın en önemli muhtevasından bahsediyorum. Eğer sizin solistinize inancınız yoksa hiç kimsenin olmayacaktır. Kayıdınız da asla parlamayacaktır. Uyuz sıkıcı bir solisti ne kadar parlatırsanız parlatın, iyi tınlatamazsınız.
4.İyi solist olmak insanı iyi arka vokalist yapmaz

Arka vokalistlik ön solistliğin tam aksidir. Arka vokallerde aşırı duygu veya kişilik vermek amacı aşıp odağı hedeften, ana vokalden çalabilir. Bu iş için bir araya geldiğinde tek bir vücut olabilecek sesleri çıkarabilen becerikli vokalistler gerekir, o yüzden arka vokallerde o konuda tecrübeli şarkıcıları kullanın.

5.Akortlayın, akortlayın, akortlayın – Tekrar tekrar

Enstrumanlarınız birbirlerine akortlu değilse ne yaparsanız yapın, kafanızda duyduğunuz o albüm tınısına ulaşamayacaksınız. Bunu yazıp duvara asın. Akordu entonasyonu bozuk bir gitarı, akortsuz bir davulu ne yaparsanız yapın, hangi mikrofonu nasıl kullanırsanız kullanın düzeltemezsiniz.
Şimdi bütün bunlar ne demek oluyor?

Biliyorum birçoğunuz Pro tools’da miks yapmayı denediniz, gerek kaba miksler olsun, gerekse son miksler, tamamıyle PT’da miksler veya PT/mikser karma miksler. Gelecek bölümlerde işte biz de bunu deşeceğiz: Pro Tools’la Miksaj. Sizlerle paylaşmak istediğim birçok teknik var, bunlar zihnimdeki sesleri gerçeğe dönüştürmemi sağladı, ve umarım sizlerin de daha iyi miksler yapmanıza yardımcı olacak.

Tabii ki bir Pro Tools sistemi veya benzeri bir başka cihazınızın olması sizin süper sonuçlar alacağınızı garanti etmez. Günlüğü 2 bin dolara bir stüdyo da kiralayabilirsiniz ama o stüdyodan alacağınız netice o sistemi kontrol eden şahsın bilgi, beceri ve vizyonuna bağlı olacaktır. Bu denklemde değişen şudur ki, kendi PT sistemizde kafanızdaki sesi duyana kadar dilediğiniz kadar zaman harcayabilirsiniz. Kendi PT sisteminizde kendinizi eğitmenin faturası günde 2 bin dolar olmayacaktır.

Gelecek bölümlerde ses mühendisliğinin bazı temel prensipleri, Pro Tools ve Miksaj gibi konulara gireceğiz, miksajın bileşenlerinden bazı enstruman sesleri ve onlar için tavsiye edebileceğimiz bazı plug-in’ler ve ayarlar, sonra otomasyondan konuşacağız ve bir şarkının duygu ve enerjisini nasıl destekleriz gibi konuların üzerinden geçeceğiz.

Şimdi, Teknik Mevzular – Mikrofon

En pahalı mikrofon her zaman doğru mikrofon değildir
Hiçbirşey kaydedeceğiniz sesi mikrofon seçiminizden daha fazla etkileyemez. Ses kaynağına uygun mikrofonu seçebilmek acemiler için bir zaman ve sabır meselesidir. Eğer elinizde farklı tip ve modellerde mikrofon seçeneğiniz varsa, hepsini deneyin. Çok geçmeden hangisi nerede iyi netice verir öğrenirsiniz. Kulağınıza güvenin. Tekrar söylüyorum: Eğer kulağınıza iyi tınlıyorsa iyidir. Fazla düşünmeyin. Sezilerinize güvenin. Yıllardır yığınla albüm dinliyorsunuz, hoşunuza ne gider biliyorsunuz. Dolayısı ile onu duyduğunuzda daha öteye gitmenize gerek yok.

Elinizde en az bir tane “pahalı” mikrofon bulunsun
Kaydedeceğiniz her akusik tını mikrofondan geçecektir, dolayısı ile eğer o temiz geniş tınıdan yakalamak istiyorsanız mutlaka bir tane geniş diyaframlı “high-end” kondenser mikrofonunuz olmalı. Ama o kadar endişelenmeye gerek yok, bugünlerde sesi iyi bir kondenser mikrofonu 750$’ın altında bulabilmek mümkün.

Ses üzerinde ikinci en önemli etken Mikrofon yerleşimidir
Eğer mikrofonu çok yakına koyarsanız, çok yakın ve yüzyüze bir tını verir. Azıcık mesafe biraz “hava” ve “mekan” hissi verir. Çok uzak yerleştirirseniz yaygın ve ayırt edilemeyen bir tını alırsınız, ama kimbilir belki de aradığınız odur. Unutmayın, iyi bir tını için belirlenmiş kurallar yoktur, sadece aradığınız tını vardır. Mikrofon yerleştirmede çok işe yarayan bir teknik de iyi bir kulaklık takıp sesini orta seviyede açıp mikrofonu ses kaynağı etrafında gezdirirken yakalanan sesi kulaklıktan takip etmektir. Tatlı bir nokta yakaladığınızda oraya koyun ve hemen gidip bir de hoparlörlerden dinleyin, orada da iyi geliyorsa tamam, bırakıp bir sonrakine geçin. Biraz sabırla nerelerden alınan seslerin hoşunuza gittiğini kendiniz bulacaksınız zaten.

Kompresyon ve EQ

Kompresyon aslında iyi birşey değildir
Birşey eğer iyi tınlıyorsa iyidir. Dolayısı ile eğer kullanmanız gerektiğini düşündüğünüz için kompresyon kullanıyorsanız ama ses üzerinde istemediğiniz yönde bir değişiklik yapıyorsa, mümkün olduğunca az kullanın veya hiç kullanmayın. Kompresyonun doğru nasıl kullanıldığı konusunda öyle basit bir cevap yok, ancak kesin olan birşey var ki başlangıç noktanız iyi bir kompresör edinmektir. Öte yandan kompresörler de mikrofon gibidir, farklı işler için farklı kompresörler vardır. Elinizde hangilerinin olduğu önemli değil, hoşunuza giden tınıları yakalayana kadar farklı ayarları deneyin. Yine aynı şekilde, hoşunuza gitmeyen olursa da onu kullanmayıverin. Dijital teknolojisi ile birlikte direkt kompresörle kayıt olayı artık zaruri değil.

EQ olayının öyle fazla felsefesini yapmayın – aslında sanıldığından daha basit bir olay

Şu kurcalamayı bir saniye kesin ve hoparlörden gelen sese kulak verin. Çok aşırı gelen bölgeler var mı? O frekansları biraz zayıflatın. Zayıf kalan yerler mi var? Oraları azıcık yükleyin. Çok mu patlıyor? Alt midleri kesin. Çok mu boğuk? Basları kesin. Çok mu batıyor? Üst midleri kesin. Biraz sıcaklık mı lazım? Alt midleri yükseltin. Biraz keskinlik mi lazım? Üst midleri yükseltin. Yani bu uzay bilimi değil, bütün mesele kıçınıza güvenmek. Doğru olduğunu düşündüğünüzde büyük ihtimalle doğrudur.

Hoparlörler

Ekipmanınız arasındaki en pahalı ikinci şey Ses Monitör Sistemi olmalı
Pro Tools sisteminizin ardından en çok parayı döktüğünüz şey geniş alt frekans cevabı olan hassas ve doğru bir çift hoparlör olmalı. Bu çok hayati. Alt frekans dengesi yargılama açısından çok zor bir bölgedir ve monitörleriniz bu bölgeyi size doğru ve hassas bir şekilde veremezse kayıtlarınızda beklenmedik neticelerle karşılaşırsınız. Kayıtlar aşırı boğuk veya tam tersi basları biraz çekinik olabilir ve maalesef miksaj aşamasına gelene kadar bunu farketmezsiniz. Hatta daha da kötüsü, miksajınızı başka bir yerde birisine dinletene kadar…
Genelec, Mackie ve Yamaha vs. gibi aktif güçlendiricili monitörler iyi seçimlerdir zira sadece monitörlemeyi tanımlayan hoparlörleri değil, hepsi birbirine uyumlu ayarlanmış amplifikatör, crossover filtre ve hoparlörü tek pakette almış olursunuz. Bana göre en önemli yatırımınız onlar olacaktır, monitör sisteminizde cimrilik yapmayın.

Ve Son Olarak; İnsan Faktörü

İş ilk başta umduğunuzdan çooook daha uzun sürerse öyle hemen bunalmayın
Ekibiniz iyi. Ancak sıra ilk defa stüdyoya girip kaydetmeye geldiğinde işlerin ne kadar çok zaman aldığını görmek herkesi şoka sokar. Oysa hep zannederler ki giriyorsun, şarkıyı birkaç kez çalıp birkaç kayıt alıyorsun sonra hooop! Hadi bakalım sıra miksajda. Ama orada kaydedilen performansları stüdyonun mikroskobundan görmeye başlayınca herkes “sen bir kanal daha aç, bak bu sefer daha iyi çalacağım” demeye başlar. Eh, kontrol odası öyle yoğun bir yerdir ki, orada çalınan hiçbirşey sahnede veya provada çıkana benzemez, dolayısı ile herkes orada en iyi neticeyi almak ister çünkü kaydedilen sonsuza dek diskte kalacak. Siz sabırlı olun ve en iyi performansı yakalamak için kendinize zaman verin.

Orada hemen bir uyarı, geçmişte öyle ilham verici çalımlar gördüm ki, sırf çalan müzisyenler “daha iyisini çalarım” dedikleri için silinip gittiler ve manyetik cennete uçtular. Size küçük bir sır vereyim: Müzisyenler hep daha iyisini çalabileceklerini sanarlar. İlk çaldığından memnun olup onunla yetinen bir müzisyene henüz rastlamadım, ama kalbimi durduran öyle ilk çalımlar duydum ki ardından yapılan tekrarların hiçbiri yanına bile yaklaşamadılar. Orada tarafsız bir kulak gerekir ve o asla müzisyenin kendisi olamaz. Dolayısı ile mühendisliği siz yapıyorsanız ve gitarcınız cayır cayır yanan bir solo atmışsa ama hâlâ “bir daha alalım, bak daha iyi çalacağım” diyorsa sakın ha onu silmeyin, “tamam” deyip sessizce yeni bir kanal açın. İkinci soloyu oraya kaydettikten sonra çağırıp her ikisini de dinletin bakın ne diyecek.

Mühendisliği yapan insanın becerisi tınıya kullandığınız ekipmandan daha fazla etki eder
Buna kesinlikle inanıyorum, çünkü eğer o düğmeleri çeviren şahıs ne yaptığını bilmiyorsa dünyanın en iyi cihazları emrinize amade de olsa sonuçta çıkan ses rezil birşey olacaktır. Ama cihazınız değil de siz ne yaptığınızı biliyorsanız, kayıtlarınızın iyi tınlamasında belirleyici etken olursunuz.

Kayıdınızda mühendisliği başkasına yaptırın

NEEE??!!! Ama bu yazının amacı… hani hesapta kendi kaydımızı kendimiz yapacaktık??
…dediğinizi duyuyorum. Bu tavsiyem kendilerini biraz kapasitelerinin üzerinde zorlayan müzisyen ve prodüktörler için. Ne var ki, esas amaç yine kayıdı sizin kendi stüdyonuzda yapmanız. Ama siz siz olun, ya bu işlere meraklı bir arkadaşınızı bulun, veya okulu yeni bitirmiş deneyim kazanmak isteyen bir öğrenciyi, veya semtinizdeki stüdyodan bir asistanı çağırın, siz çalarken kayıt sisteminizi o kullansın. Tecrübe kazanmak uğruna fırsatın üstüne atlayacaklardır, hatta belki de sizden para dahi almayacaklardır, inanın bana. Bırakın kayıt tuşuna onlar bassın, siz performansınız üzerine odaklanın ve istediğiniz neticeyi aldığınızdan emin olun. Bu sizin daha objektif olmanızı, ağaçlar yerine ormanın bütününü görmenizi sağlayacaktır. Ayrıca mühendisliği yapmaya can atan birine o fırsatı verirken o sorumluluğun sizin belki de süper çıkacak bir performansınızın önünü kesmemesini sağlayacaksınız. Sonuçta aradığınız da o zaten…

Charles Dye